ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, kuruluşundan bu yana Filistin halkının ulusal bir kimliğe ve bağımsız bir devlete ilişkin meşru haklarına karşı sürdürdüğü savaşında İsrail’e kişisel desteğini göstermek için kimlik dilini kullandı. Halbuki küresel etkisi Roma’nın kadim dünya üzerindeki etkisini aşan, tarihin en güçlü imparatorluklarından birinin baş diplomatı olarak, sadece ülkesinin benzersiz caydırıcı gücü ve etkili nüfuzu adına konuşabilirdi. Bu, Gazze’ye karşı savaşında kayıtsız şartsız İsrail’in yanında duran Batılı yönetici seçkinlerin, 7 Ekim sonrasında İsrail halkı için güvenliksiz bir gelecek çağrışımını erkenden fark ettiğine dair şüphe uyandırıyor. Nitekim tek başına güç, onlara güven vermek ve varlıklarını korumak için yeterli değil artık; kimlik temelli güvencelere de ihtiyaçları var.
Bakan Blinken’ın bölge başkentlerine yaptığı mekik ziyaretlerinde bir araya geldiği üst düzey diplomatlar ise aklın diline sadık kaldılar ve tutumlarını, ABD’li ziyaretçinin elinde bulundurduğu güç dengesinden ve Gazze halkına bir insan olarak yaklaşmayı reddedenlerin lehine olan tarafgirliğinden uzak, insani ve makul bir zemin üzerine inşa ettiler. Blinken’ın tavrı, bu çatışmayı ancak ötekinin ortadan kaldırılması ve kimliğiyle haklarının yok edilmesi ile sonuçlanacak ölümcül bir savaşa dönüştürmek isteyenlerin olduğuna dair şüpheleri güçlendiriyor. Riyad ve Kahire bunu hemen fark etti. Bu, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan sert açıklamalarda ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin Almanya Şansölyesi’yle görüşmesinin ardından yaptığı açık ve net konuşmalarda da görüldü.
Gazze’nin coğrafi ve demografik olarak etkisiz kılınması, Filistin davasının tasfiye sürecine bir giriştir. Bu hedef, inanç ve kimlik temelli şiddetin üretilmesinin yolunu hazırlayacak. Ki büyük güçler, iki devletli çözüm, yani Filistin ulusal kimliğinin resmî olarak tanınması için belki de bu son fırsatı kaçırırsa bu şiddet, on yıllar boyu sürebilir. Bu, Batı’nın çıkarına olacak. Batı şu an filolarıyla, başka herhangi bir kimlikle bir arada yaşayamayacağı tüm tecrübelerle ispatlanan İsrail kimliğinin doğrudan bekçisi haline geldi. Bu, bir iç krizin de yansımasıdır. Nitekim İsrail toplumu, seçimlerde daha radikal seçeneklere başvurmasıyla görülebilen bir kimlik krizinden mustarip.
ABD Başkanı Joe Biden yaptığı basın açıklamasında, 1973 yılındaki ziyaretinde kendisi ile eski İsrail Başbakanı Golda Meir arasında geçen bir diyaloğu hatırlattı. Meir ona şöyle demiş: “Bizim için endişelenmeyin. Bu halkın gidecek başka bir yeri yok.”
Her iki ülkedeki siyasi seçkinlerin çok endişelenmesi gerekiyor. Bu endişe, güç dengelerinde ya da uluslararası politikalarda meydana gelebilecek bir değişiklik için değil. Nitekim tek kutupluluk, gerçek bir rakip olmadan varlığını sürdürüyor. Ama başkalarının, özellikle de Filistin halkının kimliğini ve haklarını tanımama konusundaki ısrar, İsrail’in yalnızca halklar düzeyinde değil, siyasi olarak da yalnızlığını artıracak, bölge başkentleri ile Washington arasındaki mesafeyi uzatacak ve İsrail’in 50 yıl önce sınırların dışında yüzleştiği, şimdiyse en zorlu durum olarak içeride yüzleştiği varoluşsal kaygısını artıracak. İşte endişe duymayı gerektiren durum bu.
Batılı kültürel seçkinlere mensup ve Avrupalı Yahudilerin ölümcül kimlik çatışması nedeniyle maruz kaldığı zulümden ve Holokost’tan mustarip olan ABD Dışişleri Bakanı’nın, bölge halklarına ölüm getiren kimlik söyleminin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmesi gerekirdi. Şu an Gazze’de yaşananlar, Hamas hareketine yönelik bir ceza olmanın ötesine geçerek, sesli ve görüntülü olarak canlı aktarılan bir Filistin Holokost’u gibi. Bu, herkesin aklına Lübnanlı-Fransız yazar ve akademisyen Amin Maalouf’un meşhur Ölümcül Kimlikler kitabında kaleme aldığı şu ifadeleri getiriyor: “Bence bu tabir abartılı değil. Çünkü ortaya çıkardığım ve kimliği tek bir aidiyete indirgeyen bu anlayış, insanları taraflı, mezhepçi, tutucu, kontrolcü ve bazen de kendi canına kıymaya meyilli bir konuma yerleştirip, onları çoğu zaman bir katile ya da katil destekçisine dönüştürüyor. Bu insanların dünya görüşleri, bulanık ve bozuk.”