Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Arapların aklı ile Arap olmayanların aklı

Dr. Muhammed Abid el-Cabiri tarafından kaleme alınan ‘Arap Aklının Oluşumu’ kitabı, yazarın Arap aklının eleştirisine yönelik ilk kitabıydı. Eşi görülmemiş bir üne kavuştu ve ilki 1984'te olmak üzere 16 kez basıldı.

Kitabın girişinde Cabiri şunu sorguluyor: Arap aklı ile onun Avrupalı, Afrikalı ve diğer muadilleri arasında temel bir fark var mı?

Cabiri'nin bu sorusu bizi, aklın doğası ve özü ile ilgili daha önceki bir soruya geri götürüyor. Sorunun cevabı olan ‘Akıl nedir?’ sorusu bu farkın gerçek ve gözlemlenebilir olduğunu varsayarak, Arap olduklarını iddia ettiğimiz akıllar ile Arap olmayan akıllar arasındaki farkın nedenini anlamak için gerekli bir giriştir.

Peki, aklınızın gerçekliğini, ne olduğunu, neden kişiden kişiye değiştiğini, onu bir gruptan/ulustan diğerine ayıran şeyin ne olduğunu düşündünüz mü?

Akıl farklılığının içerik farklılığından, hafıza farklılığından, düşünme ve anlama tarzından kaynaklandığı açıktır. Bahsettiğimiz akıl, şeyleri bilmek ve değerlerini belirlemek için kullandığımız zihinsel araçlar bütünüdür. Peki, akıl tanımlanırken bunun bir önemi var mı?

Geçmişte bazı insanlar akıl ile coğrafya veya ırk arasında bir bağlantı olduğuna inanıyordu. Samilerin akıllarının karmaşıklığı reddettiğini, Aryan aklının ise karmaşık veya matematiksel bir şekilde çalıştığını ve bu nedenle doğanın unsurları ve onları birbirine bağlayan bağlar hakkında daha derin bir kavrayışa sahip olduğunu söylemişlerdi.

Artık bu açıklamaların insan biyolojisiyle bir ilgisi olmadığını biliyoruz. Bildiğimiz gibi akıl fiziksel bir şey değil, aksine insan vücudunun çeşitli organlarında aynı anda meydana gelen karmaşık fiziki olmayan süreçlerin bir açıklamasıdır. Dolayısıyla kişi tamamen ölmedikçe ve tüm organları yaşamayı bırakmadıkça bir kısmını kontrol etmek ve tüm zihinsel süreçleri durdurmak mümkün değildir.

Daha önceki yazılarımda, aklın işleyişinde biyolojik bir bağlantı olduğunu iddia eden bazı kişilerden bahsetmiştim. Bunlardan birisi de teorisini ‘Sosyobiyoloji: Yeni Sentez’ adlı kitabında sunan ve geniş çaplı bir tartışma başlatan Prof. Edward Wilson’dur. Wilson iddialarını hayvan davranışının dar bir boyutuyla,  işlevi türlerin yok olmasına direnmek olan genetik faktörlerin kalıtım yoluyla alınması olasılığıyla sınırlasa da ve bu daha önce önerilen ve tartışılan konulardan biriydi ve biyolojideki genel eğilim bunu kabul etmedi.

Çeşitli akıllar arasındaki farkların, büyüklükleri veya kan ve sinir ağları, biyolojik bağlantıyı savunanların iddia ettiği gibi genleri arasındaki farklardan değil, içerik farklılığından, yani sizin aklınız, benim aklım ve başkalarının akılları tarafından depolanan materyallerden kaynaklandığını düşünüyorum. Dolayısıyla Arap aklı dediğimiz şey ile diğerleri arasındaki fark, onun içerik ve birikim farklılığıdır.

Eğer bu açıklama doğruysa bir sonraki adıma geçeceğiz, yani şu soruya: Bu birikim nereden geldi ve bana bu kültürel ve davranışsal özellikleri yani ‘kişilik’ dediğimiz şeyi kazandıran, bu özel duruma nasıl ulaştı? Mesela Japonya'dan veya Avrupa'dan gelen diğerine neden benden farklı bir ‘kişilik’, yani farklı kültürel ve davranışsal özellikler kazandırdı?

Akıl paralel bir şekilde hem alıcı hem de verici olarak çalışır. Bilgiyi, etkileri ve duyguları alır, saklar ve sonra bunları düşünce, tutum ve davranış biçiminde yeniden üretir. Dolayısıyla çevresinden bağımsız bir akıl yoktur. Aklın oluşumunun en büyük yönü, şeylere karşı verdiği tepki biçiminde, yani arzu, korku, mutluluk, acı, sevgi, nefret, dehşet veya şaşkınlık duyguları ile ortaya çıkar. Bu duyguların her biri, çevredeki dünya hakkında organize olmayabilen ama insan aklı bunu aldığında, dünyasını düşünürken kullandığı organize bir birikime dönüşen bilgiler taşır. Dün aldığım her şey bugün alacağım şey hakkındaki düşüncelerime hizmet eder ve bu da yarınki düşüncelerime hizmet eder ve bu şekilde devam eder.

Dolayısıyla çevre ve içindeki insanlar, nesneler, coğrafya ve deneyimler, içinde yaşayan ve onunla etkileşime giren insan aklının şekillenmesine derinden müdahil olurlar. İnsan bunu hisseder ya da etmez ama her halükarda o, ‘kolektif akıl’ dediğimiz bu genel kültürün bir parçasıdır