Bu hafta dünyada belki de en dikkat çekici olay, pazartesi günü Sayın Donald Trump'ın göreve başlama töreniydi. Tören, görev süresi sınırlı bir başkandan ziyade bir kralın “taç giyme töreni” gibiydi! Belki de alışılmışın dışında kişiliğiyle Trump kutlamanın böyle olmasını istiyordu ve televizyon ile basında görünür bir coşkulu sevinç ile karamsarlık arasında bölünmüş pek çok analiz yayınlandı. Her iki yorumun da bir miktar doğruluk payı var ancak genel kanı, dünyanın gelecekte ABD'nin iç ve dış politikasında beklenmedik gelişmeler beklemesi, keza Beyaz Saray'a yeni gelen kişinin zekasını da hafife almaması gerektiği yönünde.
İkinci Trump, birinci Trump gibi “ABD’yi Yeniden Harika Yap” sloganıyla göreve geliyor. Burada anahtar kelime “yeniden”dir. Yani Amerikan siyasi vicdanı ve Trump'ın hayal gücü “ABD bir zamanlar harikaydı... Hadi onu tekrar harika yapalım” şeklinde düşünüyor. Bu söz, açıklanan ve benimsenen politikalara tamamen aykırıdır. ABD iki temel nedenden ötürü harikaydı ve bunlar Birinci Dünya Savaşı'ndan ve özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, geçmişte harika olmasının en önemli nedenlerindendi. Birincisi, mutabakata, geniş ve sağlam bir iç cepheye, ikincisi de büyük bir dış ittifaka dayanıyordu. Trump politikalarıyla, bu iki nedeni can evinden vuruyor gibi görünüyor. Birincisi, birçok açıdan belirginleşen keskin bir dikey iç bölünme mevcut. Hukuki olmaktan ziyade “intikam duygusu” taşıyan bir dizi karara imza atarak, Trump bu iç bölünmeyi daha da derinleştirdi. Seçilmiş başkan, önceki yönetimdeki isimleri kişisel ve hatta uygunsuz şekilde eleştirmeye devam etti.
İkincisi, Kanada ve Meksika gibi yakın müttefikler veya genel olarak Avrupa ülkeleri olsun, müttefiklere yönelik ilhak talepleri veya ürünlerine yönelik gümrük vergilerinin artırılması politikalarıyla, müttefiklerin neredeyse küçümsenmesi, hatta tehdit edilmeleri. Diğer nedenlerin yanı sıra muhtemelen stratejisi, müzakerelerde en iyi sonucu alabilmek için çıtayı yükseltmeye dayanıyor.
Bir zamanlar ABD'yi harika yapan şey sistematik olarak yıkılıyor; içeride geniş bir mutabakat yok, dışarıda güvenli müttefikler yok. Ayrıca küresel ekonominin mekanizmaları ve bunun devasa yapay zekâ devrimiyle çatışması hakkında daha geniş çaplı bir kavrayış eksikliği de var. Bu durumda arzu edilen büyüklük nasıl gerçekleşecek?
Birçok kişi, göreve başlamasından birkaç gün önce talepleri konusunda çıtayı yükselttiği için Trump’ı bir bakıma sıra dışı olarak görüyor. Göreve başlamadan önce Trump, Kanada'nın (coğrafi olarak ABD’den daha büyük bir yüzölçümüne sahip olmasına rağmen) ABD’nin 51’inci eyaleti olarak ilhak edilmesinden açıkça bahsetti. Ayrıca Panama Kanalı'nı geri almaktan ve daha da önemlisi Danimarka Krallığı'nın özerk bir eyaleti olan Grönland'ın ilhakından bahsetti. Dahası Meksika Körfezi'nin adının Amerika Körfezi olarak değiştirilmesini de önerdi ve bu sonuncusunu ilk günden kâğıt üzerinde yaptı!
“ABD’yi Yeniden Harika Yap” sloganına geri dönelim; bir süredir ve özellikle de Amerikan ve uluslararası ekonomileri vuran mali krizin ardından, ABD'nin siyasi gücü konusu, ABD içinde ve dışında ilgililer ve yorumcular arasında geniş bir tartışmanın konusu oldu. Bazıları, özellikle ABD ve başta Çin olmak üzere yeni ekonomiler arasındaki rekabetin, Çin ve müttefiklerinin küresel ekonomiye hâkim olmasıyla sona ereceği ve böylece ABD’nin dünyadaki konumunu kaybedeceği eğiliminde.
Bu tarafa göre Amerikan dış politikasında temel bir çelişki var ve bu nedenle sorduğu soru şu: Kendi çıkarlarını dışarıya mı dayatmak istiyor, yoksa dünyaya uyulması gereken bir dizi kural, gelenek ve değer mi müjdelemek istiyor? Böylece kendisi ve taraftarları için daha iyi kazanımlar mı elde etmek istiyor?
Bu gözlemci grubu, ilk hedefe daha iyi ulaşabilmek için ikinci hedefin, yani değerler müjdelemenin birinci hedeften daha önemli olduğuna inanıyordu! Şu ana kadar ortaya çıkan sonuç ise Trump'ın büyük ölçüde ikinci hedefi benimsediği ve önümüzdeki dört yıl içinde muhtemelen bunun hâkim olacağı yönünde. İşte dünyayı hayrette bırakan da bu, çünkü bu durum ABD'yi hem en yakın müttefiklerinden hem de ekonomik pazarlarından soyutluyor. ABD önemli uluslararası kuruluşlardan çekiliyor ve şüphesiz ki bu boşluk başka yeni güçler tarafından doldurulacak.
Diğer kesim ise ABD'nin ekonomik ve askeri yeteneklerinin, özellikle yumuşak güç üretiminin (yazılım ve yapay zekâ) bir süre daha aynı kalacağına inanıyor. Yakın ve orta gelecekte kimse onunla rekabet edemeyecek, o yüzden ona karşı durmamak daha iyi!
Soru şu: ABD'nin yeni ve özgür bir dünyanın lideri olmaya geri dönüşünün eşiğinde miyiz, yoksa diğer güçlerin dünya sahnesinde yayılmasına izin veren popülist sloganlar altında kendi içine mi çekiliyor? İşte önümüzdeki birkaç ay bunu gösterecek! Bunlar riskli günler!
Son söz: Birçok politikada, genellikle amaçlananın tam tersi sonuçlar doğuran, “beklenmeyen sonuçlar” diye bilinen durumlar yaşanır!