Mustafa Fahs
TT

Lübnan'da uzlaşma ve uzlaştırma üzerine

Siyasi ve sosyal anlamda uzlaşma, Lübnanlı mezhep gruplarının gerçek bir uzlaşma için en çok ihtiyaç duydukları şeydir. Uzlaşma tek bir grup içinde, iki grup arasında ya da farklı gruplar arasında olabileceği için hem uzlaşma hem de uzlaştırma, biçim, anlam ve içerik bakımından çok yönlüdür. Bu sadece toplumsal ya da ulusal elitlerin sorumluluğu değil, aynı zamanda Lübnanlıların bir kısmının gözünde, ya sisteminin yapısı ve mezhepsel işlevleri ya da yönetici elit nedeniyle yetersiz ve eksik kalan devletin de sorumluluğudur.

İster Lübnan coğrafyasıyla sınırlı olsun ister Dürzi ve Şii örneğinde olduğu gibi bu coğrafyanın ötesine uzansın, tek bir grup içinde bireysel ve kolektif kaygı, ulusal ve ulus ötesi meselelerle bağlantılı özel ve kamusal kaygılar etrafında yoğunlaşmaktadır. Hem içeride hem de dışarıda geçici olarak rol ya da güç artışı hissettiği anlarda grup rahatlar, ancak azaldığını hissettiğinde radikalleşmeye başvurur, bu da şimdiki zaman ve gelecekle ilgili kaygı düzeyini yükseltir. Öncelikler birbirine karışır; ulusal olan ideolojik olana, kamusal olan özel olana ve ulusal olan benliğe tercih edilir ve hayatta kalmak ana mesele haline gelir. Bir grup ya da azınlık, ulusal bir gerileme anında ulusal ya da etnik bir grup gibi davranmanın kendilerini kurtaracağına inanabileceğinden, tehlike de burada yatar.

Dürzi lider Velid Canbolat, mezhepsel topluluğun tarihsel kavşaklarında, cemaat normunu ulusal müşterekler lehine tersine çevirmesiyle öne çıkar. Canbolat mirasından, düzen, kimlik ve ana aidiyetler ikilemini çevreleyen Lübnan içi çatışmaların acı deneyiminden yararlandı. Kendisini azınlık takıntılarının arkasına hapseden ya da bunları savunan bazılarının onu maceraperestlikle suçlamasına neden olacak kadar tikellikleri aştı. Ancak Kemal Canbolat suikastının 48’inci yıldönümünde Muhtara Sarayı'ndaki son sahne ve yaptığı konuşma, onun toplumsal tabuları ve mezhepsel genellemeleri aşma isteğinin açık bir göstergesi oldu. Suriye'nin Dürzilerini tarih ve coğrafya mantığının dışına yerleştirmeye çalışan bir azınlığın özgüllüğünü kategorik olarak reddetti. Bu gerçekten büyük bir macera. Başarılı olursa, vatanlarımızı bölünme projelerinden ve azınlık ittifaklarından kurtaracak. Başarısız olur ve bedelini azınlıklar öderse, bu, bazı kumarbazların kaderlerini belirleme girişiminin bir kanıtı olacak. Canbolat şöyle dedi: “Allahım, ben söyledim ve üstüme düşeni yaptım.”

Canbolatların merhum dostu Hani Fahs, baba ve oğlu karşılaştırarak şunları söyledi: “Kemal Canbolat gerçekçi olduğu için aynı derecede Dürzi ve mezhepçi değildi. İşte Velid Canbolat da Dürziliği ya da Dürzi kimliğini ulusal bir altın rezervi olarak koruma konusunda babasıyla paralellik gösteriyor ve ona benziyor. Yani, Dürzi ulusal topluluğunu bankacılık, kalkınma ve rasyonel standartlar üzerine yeniden inşa etmek, bu topluluğu korumak için ulusal ve pan-Arap sınırları muhafaza ederken entegrasyona daha fazla yönelmek gibi hususları önceliyor.” İster Lübnan'da, ister Suriye'de ya da Doğu'nun geri kalanında olsun, entegrasyon sadece Dürzileri ilgilendirmiyor. Aksine, Lübnan'daki Hıristiyanlar ve Şiiler bu konuda diğerlerinden daha fazla endişe duyuyor. Bu, çoğunluk yönetimine teslim olmak değil, ulusal ve Arap bir ortaklık kurmak anlamına geliyor.

Lübnan Ketaib Partisi (Falanjist) lideri Sami Cemayel, Lübnan Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada, her zamanki cesaretiyle dürüstlük ve uzlaşma çağrısında bulundu. Konuşmasında, sertlik yanlıları ya da mezhepsel farklılaşmayı savunanlar tarafından kredisinin bir kısmına mal olabilecek grup tabularını aştı. Ancak, kamusal olanı özel olanın önüne koyarak, Lübnanlılar arasındaki yabancılaşmayı reddetmekte ısrar etti ve mezhep gruplarının yaşadığı acıları ve kendi yükseliş, düşüş ve fedakârlık deneyimlerini ortak bir ulusal ortaklığa dönüştürme çağrısında bulundu. Her grup kendi tek anlatısından ve kendi haklılığına olan inancından dolayı acı çekti ve Lübnan bunun sonucunda ağır bir bedel ödedi.

Velid Canbolat ve Sami Cemayel ile onların mirasları (aile, parti ve mezhep) arasında kalan Şii toplumu, geçmişlerinden kopmayan ancak onu geleceğin omuzlarına yüklemeyi reddeden iki modelle karşı karşıya. Şii toplumu, sahnenin gerekleriyle ne ölçüde uyum içinde olduğuna ve ölüm çılgınlığına dönüşebilecek özel kimlikler etrafında yeniden toplanmak yerine ulusal çözümler arayabilme becerisine bağlı olarak önce iç uzlaşmayla, ikinci olarak da ulusal uzlaşmayla ilgileniyor.

Lübnan modelinde dürüstlük mevcuttur, ancak uzlaşma eksiktir. Zira uzlaşı, istisnai bir ulusal anda sloganını yükselten, ancak kontrolü kaybettiklerini hissettiklerinde kısıtlayan bazı yönetici elitlerin çıkarları tarafından engellenmektedir.