2024 sonlarında Beşşar Esed rejiminin çöküşünü ve Suriye'de yeni bir rejimin iktidara gelişini işaret eden büyük değişiklikten bu yana İsrail ile Suriye arasında yakın, olası ve yoğun bir barışın olasılıklarını, hatta senaryolarını ele alan tartışmalar, tekrarlanan işaretler ve toplantılar yoğunlaştı. Yukarıdakiler sıklıkla Doğu Akdeniz'i vuran iki olayla ilişkilendiriliyor; birincisi, 2023'teki Aksa Tufanı’na karşılık olarak Gazze Şeridi'nde patlak veren savaş. İkincisi, İsrail'in savaşı Lübnan Hizbullahı'na, ardından İran ve Esed rejimine kadar genişletmesi. Tüm bu olaylarda, İsrail sahada üstünlüğünü teyit etti ve birbirini takip eden olaylar aracılığıyla, Doğu Akdeniz'in gerçekliğinde ve geleceğinde değişimler yaptı.
Bu değişimlerin ortasında, İsrail ile Suriye arasındaki barış fikri, kendisini çevreleyen açıklamalara, aktivizme, değerlendirmelere ve senaryolara rağmen, yaşananların seyrinde detaylı bir konu gibi görünüyor. Söz konusu açıklama ve değerlendirmelerden bazıları, bölgede barışın gerekliliğinden yola çıkıyor ve bu bölge ve ülkelerinin siyasetinde geleneksel bir eğilim. Ancak bazıları da İsrail’in benimsedikleri başta olmak üzere, diğer politikalar ve icraatlarla barış söylemlerindeki karışıklıktan yola çıkıyor. Bu ise çelişkili veriler ve göstergeler sonucunda bölgedeki barış sürecini iki farklı seçenekle karşı karşıya bırakıyor. İlki, Arap-İsrail çatışmasında barış, İsrail ile Suriye ve Lübnan cephelerinde barışı sağlama çabaları konusunda tarafların geleneksel ve yaygın pozisyonlarının altını çiziyor. İkincisi, ilgili tarafların özellikle İsrail'in politika ve uygulamalarına itiraz etme, ihtiyatlı olma veya sessiz kalma ifadeleriyle vücut buluyor. Bunların çoğu, bölgenin ve barış çabalarının istenen ve hatta mümkün olan barıştan giderek daha da uzaklaştığını onaylıyor.
Çatışmanın taraflarının barış konusundaki geleneksel pozisyonlarına değinmek, bu alanda tekrarlanan ve anlamı olmayan söylemden başka bir şey değilken, ilgili tarafların politikalarını ve uygulamalarını dikkate almak daha önemli.
İsrail'in pozisyonunun en önemli olduğunu vurgulamaya gerek yok; çünkü Golan Tepeleri, Gazze ve diğer konularda olduğu gibi, pozisyonu barış ve uzlaşı fikrine dayanmıyor. Daha ziyade İsrail'in güvenliğine ve ihtiyaçlarına odaklanmış bir siyasi pozisyonu ifade etmek için mümkün olan en üst düzeyde güç kullanımına dayanıyor. Güvenliği, İsrail'in tüm bölgedeki herhangi bir eyleminde veya bölgedeki herhangi bir ülkeyle ilişkilerinde asıl hedeftir. İcraatlara gelince, İsrail Suriye'ye yönelik silahlı müdahalelerini sürdürdü. Esed yönetiminin son yıllarında, Suriyeli hedeflere ve müttefikleri İran ile Hizbullah’a ait diğer hedeflere karşı yoğunluğunu artırdı. Suriye’deki değişimden sonra, hava saldırılarının ötesine geçerek 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması'nı ihlal etti. Ateşkes hattının haritasını ve mevzilerini değiştirdi. Bunun da ötesine geçerek dağılmış ordunun kamplarını ve depolarını vurdu. Aradığı kişileri takip etmek de dahil olmak üzere Suriye'nin çeşitli yerlerinde özel operasyonlar yürütmeye başladı. Özellikle Suriye'nin sessizliğinin gölgesinde tüm bunlar İsrail ve Suriye arasında bir barış sürecine işaret etmiyor veya desteklemiyor. Suriye'nin sessizliği, karşı karşıya olduğu birçok zorluğun ortasında bu durumu asgari düzeyde tutma arzusunu teyit ediyor. Suriye iki taraf arasında perde arkasından yürütülen müzakerelerden kaçmıyor. Müzakerelerin varabileceği azami sonuç ise niyetlerin gözden geçirilmesi, pozisyonların soğutulması ve her iki tarafın da önemli gördüğü ayrıntılarla ilgili düzenlemeler olabilir.
Gerçek şu ki, olası bir barış konusuyla ilgili ve ilişkili güçlerin, en başta da Suriye'nin ortağı olan Lübnan'ın tutumu, Suriye'nin tutumundan daha iyi görünmüyor. Yıkıcı İsrail savaşının etkileri hâlâ mevcut, devam eden tehditler var ve üçlü otorite yapısı onu yenileme çabalarına rağmen yerinde duruyor. Bu da Lübnan ve İsrail arasındaki barışa yönelik bazı zorlukları temsil ediyor, çünkü zayıflamış olsa bile, Hizbullah'ın devam eden etkisi ve silahı, konu üzerinde önemli bir etkiye sahip. Benzer şekilde, Suriye-Lübnan ilişkilerindeki, özellikle de Suriye ile Lübnan arasında güneydeki alanların kime ait olduğunu çözmeyi gerektiren sınır belirleme sorunu gibi, çözülmemiş sorunların çözülmesine de ihtiyaç var.
Suriye ve Lübnan ile İsrail arasındaki barış meselesiyle ilgilenen ülkeler için, onları yanıltıcı bir barış ile gerçek bir barış arasında konumlandıran politik ve pratik belirsizliğin, bölgesel ve uluslararası boyutlarda paralel bir gerçekliği bulunuyor. Bunun belki de en belirgin ifadesi, Filistin sorununda iki devletli çözüme yönelik destekleyici bir rol oynayan Arap Körfez ülkelerinin pozisyonudur. İki devletli çözüm Arap-İsrail çatışmasının özü olarak kabul edildiğinden, bölgede kapsamlı ve genel bir barışın sağlanmasını engelleyen her türlü sorun ve engelin çözümü için temel oluşturacaktır.
Amerikan pozisyonu, bölgedeki İsrail politikasına destek, mümkün olan en büyük ölçüde güvenliğini sağlamak için aşırı güç kullanımının yanı sıra, bölgede barıştan bahsederek Arap pozisyonlarını yeniden formüle eden bir karışım oluşturuyor. Ayrıca belirli ülkelerle İsrail arasında, halkalar formüle ediliyor, hem de ortak girişimler formüle etme veya İbrahim Anlaşmaları gibi yeni İsrail-Arap yakınlaşmaları sağlayacak anlaşmalar ve icraatlar yoluyla, ikincisinin çıkarlarına ve hedeflerine hizmet edecek şekilde. Ancak, nihai sonuç, son elli yıldır tanık olduğumuz barışın bir bölümünden başka bir şey olmayacak. Bu barış ise İsrail’in çoğu tasavvurunun dışında, bölgedeki çeşitli tarafların çıkarlarını gerçekleştiren ve yakınlaştıran çözümlere dayalı gerçekçi bir barışa alternatif olmayı sürdürecektir.