Gazze'deki insani felaket, “insani değerleri” temsil ettiklerini iddia eden büyük güçlerin tutumlarını ifşa etmekle kalmıyor, aynı zamanda “küresel vicdan”ın doğasını ve yararını da sorgulatıyor.
Küresel vicdan soyut bir fikir değil, kolektif bir ahlaki sorumluluk duygusunun adalet, onur ve insan hakları gibi temel ilkelere bağlılığın ifadesidir. Ancak Gazze'de yaşananlar karşısında, küresel vicdan, iktidar sahiplerinin çıkar ve hesaplarına boyun eğen seçici bir vicdan gibi görünüyor. Bu da mevcut uluslararası sistemin kusurlarını açığa çıkarıyor, dengeyi yeniden sağlamak için reforma ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha teyit ediyor.
İsrail, alınan uluslararası kararları umursamamasını, Gazze'deki suçlarının ve devam eden sınır ötesi saldırılarının durdurulması taleplerine uymamasını sağlayan, ABD’nin ve genel olarak Batı'nın mutlak desteği olmadan bütün bu şiddeti uygulamaya cesaret edemezdi. ABD'de birbirini takip eden yönetimler İsrail'e kapsamlı askeri ve diplomatik koruma sağladı, bu da onu uluslararası hesap sormalardan muaf tuttu ve istediği gibi hareket etmeye cesaretlendirdi. Nitekim ABD Başkanı Donald Trump, İsrail'e karşı taraflı davrandığını iddia ederek, ülkesinin UNESCO'dan çekileceğini duyurdu. Böylelikle Tel Aviv'e, Gazze'de işlediği suçlar ve orada yol açtığı eşi benzeri görülmemiş insani felaket nedeniyle artan uluslararası eleştiriler karşısında diplomatik bir destek sundu.
ABD'nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee de İsrail'i ve Gazze'deki uygulamalarını, özellikle de kasıtlı aç bırakma politikasını sert bir şekilde eleştiren, savaşın derhal sona erdirilmesi çağrısında bulunan bir açıklama yayınlayan, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Japonya'nın yanı sıra aralarında Avrupa Birliği ülkelerinin de bulunduğu 25 ülkeyi hedef aldı. Büyükelçi Huckabee, bu ülkelerin tutumunu “menfur” olarak nitelendirecek kadar ileri gitti ki, İsrail Dışişleri Bakanlığı bile yayınladığı açıklamada bu ifadeyi kullanmamıştı.
Gerçek şu ki, istisnalar hariç tüm dünya İsrail'in Gazze'de işlediği soykırımı, zorla göç ettirmeyi ve açlığı kınıyor. İnsani yardım alanında faaliyet gösteren 100'den fazla sivil toplum kuruluşu dün yayınladıkları bildiride, tüm dünyanın gözü önünde yaşanan yaygın kıtlık ve insani felaketin sonuçlarına karşı uyarıda bulundu.
Ne var ki, uluslararası tepkilerin yeterli olmadığını da söylemek gerekir. Birçoğu çok geç gelen kınamaların Gazze halkına hiçbir faydası olmadı. Yapılması gereken açıklamalar yayınlamak değil, eyleme geçmektir ve uluslararası iradenin var olması halinde bu eylemler de bellidir.
İşgalci bir güç olarak İsrail, uluslararası hukuk uyarınca Gazze ve Batı Şeria sakinlerini korumakla yükümlüdür. Bu sorumluluk silahlı çatışma veya direniş durumunda bile ortadan kalkmaz, çünkü uluslararası insancıl hukuk, en kötü koşullarda bile sivilleri korumak üzere tasarlanmıştır. Buna dayanarak gıda ve ilaç dahil yardımların girişini temin etmekle yükümlüdür ve sivillere toplu bir cezalandırma dayatması yasaklanmalıdır. Dahası insanları aç bırakmak, insanlığa karşı bir suçtur ve onları hedef almak savaş suçu olarak nitelendirilmektedir.
İsrail'e baskı yapmaya, onu kınamaya ve hatta yardım girmesine izin vermesi için onu zorlamaya yönelik yasal mekanizmalar mevcut, eksik olan, bu mekanizmaları harekete geçirecek gerçek iradedir. Batılı ülkelerin çoğu sınırlı, etkisiz açıklama ve adımlarla yetinirken, bazıları da Gazze'deki sivillere acil yardım sağlayan tek kuruluş olan UNRWA'ya katkılarını dondurdular.
Batı medyası da her gün yaşanan katliamlara ve belgelenen ihlallere rağmen, İsrail'i eleştirmekten kaçınıyor. Çoğu zaman İsrail’in anlatımı ve olaylara bakış açısını, gerçeği doğru yansıtmayan “dengeli” bir dili benimsiyor veya katili kurban ile eş tutuyor. Buna karşılık Filistin anlatısı bu medyanın çoğunluğu tarafından ya çarpıtılıyor ya da gizleniyor. Bu durum, Gazze'de devam eden trajediyi durdurması, uluslararası hukukun yasakladığı zorunlu göç, soykırım ve açlığın sivillere karşı bir silah olarak kullanılması politikalarına son vermesi için İsrail'i zorlayacak, ABD’ye baskı yapacak pozisyonlar ve politikalar benimsemeleri için halkların hükümetlerine yapacakları baskıyı azaltıyor.
Üzücü ve öfke verici olan sadece küresel vicdanın çöküşü değil, aynı zamanda apaçık olan çifte standarttır. Örneğin, dünya hemen Ukrayna'nın yanında yer alırken, Gazze uluslararası siyasetin koridorlarında aynı düzeyde ahlaki ve insani bir dayanışma görmedi. Aksine, zaman zaman sessizlikle, zaman zaman da haklı göstermelerle, onlarca yıldır görülen en kötü insani felaketlerden, en vahşi suçlardan biri olarak tanımlanan hadiseleri durdurmak için harekete geçmekten uzak kınamalarla karşı karşıya kaldı.
Az da olsa bazı ülkelerin cesur tavırlar sergilediği, dünya genelinde binlerce gösterinin düzenlendiği, bazı üniversite ve sendikaların İsrail işgaliyle bağlantılı kurumlarla ilişkilerini yeniden değerlendirdiği doğru. Fakat bunlar gerekli dönüşümü dayatmak için yeterli değil, çünkü çoğu ülke İsrail'i cezalandırmak, tecrit etmek ve uluslararası hukuka uygun olarak insani yardım girişine izin vermeye zorlamak için ciddi adımlar atmak istemiyor. Dahası ABD'de Trump yönetimi, İsrail'e karşı yapılan gösterileri ve protestoları bastırmak için üniversiteleri ve hatta öğrencileri hedef aldı.
Gazze'de yaşananlar sadece uluslararası hukukun sınırlarını değil, insanlığın kendisini de sınamaktadır. Eğer küresel vicdan, sadece mağdurun büyük güçlerin eğilimleri ile uyumluluğuna göre harekete geçiyorsa, ona nasıl insanlık için birleştirici bir ilke olarak güvenebiliriz?