Dünya İslam Birliği, Kral Selman bin Abdulaziz’in sponsorluğunda Mekke’de 27-30 Mayıs 2019 tarihleri arasında Kuran ve Sünnet’te ölçü ve ılımlılık değerleri hakkında uluslararası bir konferans düzenledi. Konferans, Mekke Bildirgesi’ni deklare etmek için tarihi bir buluşmaya eşlik etti. Konferansa yüzlerce ilim adamı ve aydın katıldı. 60’tan fazla ilim adamı ise konferansta konuşma yaptı.
Konferansın başlığından anlaşıldığı gibi konferansta radikalizm ve aşırılık yanlısı hareketlerle mücadele konusu ele alındı. Mekke Emiri Prens Halid Faysal’ın konferansın açılış oturumunda yaptığı kraliyet sponsorluk konuşmasında bu durum açık bir şekilde görüldü. Son 10 yılda Suudi Arabistan, Mısır, Fas ve Ürdün’deki büyük dini ve İslami kurumlar, radikalizm ve terörizme karşı koyma noktasında 3 görev üstlendi:
Birinci görev: İslam adına yapılan şiddeti, konferanslarda ve diğer toplantılarda kürsülerden sert bir şekilde kınamak ve bu görevi yerine getirmesi için dini kurumları rehabilite etmek. Zira birçokları, radikalizmin bölgeye ve dünyaya korku saçan şiddet birimlerine dönüşeceğini tahmin etmedi. Rehabilitasyon, staj merkezlerinin kurulmasını ve eğitim-öğretim metotlarının gözden geçirilmesini garantileyebilir.
İkinci görev: Dünyaya ve büyük dini kurumlara açılmak, sivil ve siyasi çevrelere yönelmek, Avrupa ve ABD’deki araştırma merkezlerine gitmek. Amaç, bu korkunç olguların kınandığını, İslam’ın bu olgulardan uzak olduğunu teyit etmek ve farklı işbirliği yöntemleri önermektir. Nitekim ülkelerimiz, diğer ülkelerle ve siyasi çevrelerle Arap ve uluslararası alanda terörle mücadele konusunda işbirliği yapıyor.
Üçüncü görev: Dini bunalımdan çıkıp dini huzuru geri getiren alternatifler ya da mevcut diğer seçenekler üzerinde düşünmek. Açıkçası köktenci metot, yani ayete ayetle, olaya olayla ve hadise hadisle karşılık vermek yeterli değildir. Çünkü Müslümanlar, yorumları farklı olsa da aynı ayetleri kullanıyor. Radikalizm ve söylemlerinin deşifre edilmesi ve seçim faktörünün devam etmesi için köktenci metotla birlikte farklı görüşlere de yer verilmelidir.
Aslında başta Dünya İslam Birliği olmak üzere dini kurumların faaliyetleri iç ve dış çalışma alanında meyvelerini verdi. İç çalışma alanında dini kurumların faaliyetleri, radikalizmin bertaraf edilmesi konusunda görüş birliğinin (icma) sağlanmasına yardım etti. Dış çalışma alanında sadece Hıristiyan çevrelerle değil, aynı zamanda Vatikan, Dünya Kiliseler Konseyi, Ortadoğu Kilisler Konseyi, Canterbury Başpiskoposluğu, onlarca dini ve sivil örgütler gibi diğer dinlerle de gerçekleştirilen geniş çaplı konferanslarda ortaklıklar yapıldı. Bu ortaklıklar sonucunda ortak bildiriler yayımlandı. Şu an bu bildirilerin en meşhuru, Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus ile Ezher Şeyhi Ahmet et-Tayyib arasında Abu Dabi’de imzalanan “İnsani Kardeşlik” belgesidir.
Hiç şüphesiz yerel ve iç çalışmalar, halen zorunludur. Radikalizm ve aşırılığı bertaraf etmeye çağıran kitlenin aktif olması gerektiğine dair konferansta şikâyet işittik.
Ayrımcılıkla mücadele ve birlik konusunda Dünya İslam Birliği’nin önceki konferansında yayınlanan sonuç bildirisini ve iki gün önce yayınlanan Mekke Bildirgesi’ni okuduğumda üçüncü görevle ilgili yani alternatif ve seçenekler hakkında ciddi bir çalışma olduğunu gördüm. Müslümanlar, daima görüş birliğine varmaya çalışıyor. Geçmişte görüş birliği ya da icma, müçtehit fakihler arasında gerçekleşiyordu. İcmanın anlamı, dini, siyasi, bilimsel ve sosyal yönden değişime uğradı. 20’inci yüzyıl, dinin prensipleri ve öncelikleri konusunda fikir ayrılığına şahit oldu. 1950’li yıllarda oryantalistler bunu fark etti ve Hamilton Gibb “İslam Nereye Gidiyor?” başlıklı risalesini kaleme aldı.
Selefiler ve reformistler, bu ayrılığın ve çatlağın sebebinin katılık, mezhepçilik ve halk dini olduğunu dile getirdi. Fakat sömürgeciliğin ve modernizmin hâkimiyeti altında çatlak, bundan daha derindi. Şöyle ki biyologlar, siyasal İslam grupları, cihadistler ve modernistler ortaya çıktı. Ne dini kurumlar ne de devletler, bu hareketlerin partilere ve örgütlere dönüşmesine engel olabildi. Toplumlarımızda, ülkelerimizde ve dünyada zulmün arttığı bir zamanda dinde inanç ve ibadet birliğini tehdit eden ayrılıklar ortaya çıktı. Bu, modern dünyaya ve komploya karşı koymak için yeni bir din icat etme girişimlerine yönelik büyük bir protestoydu. Çünkü halk dini, dünyayla çatışmak ve toplumları sahih dine yönlendirmek için yeterli donanıma sahip değildi.
Dini ve siyasi kurumlar, 10 yıldan fazla süren direniş ve mücadele sürecinde bu ayrılıkçı ve yıkıcı eğilimi dizginlemeyi başardı. Burada güvenlik ve askeri anlamdaki dizginlemeyi kastetmiyorum. Zaten bu, devletlerin ve güvenlik servislerinin bir görevidir. Tam tersine burada fikri ve dini anlamdaki dizginlemeyi ve 3 yasağa (kan, ırz ve mal), tanışmaya, iyiliğe ve adalete odaklanmayı kastediyorum. Yasakların ardından ne olacak? Yasaklardan sonra insanları neye çağıracağız? Asla ya da güzel geçmişe dönmek istediğimizi söylemek yeterli değildir. Görüş birliği içerisinde olan cemaatte çatlak meydana geldi. Mevcut nesil ya da gelecek nesiller için yeni bir icma üzerinde çalışılmalıdır.
Fas, cemaat ve anayasal devleti gözeten İslam Emirliği’ni taklit etmeyi seçti. Mısır’da Ezher Kurumu, radikalizmle mücadeleye paralel olarak, hoşgörü dinine ve sivil ulusal devlete yöneldi. Ayrımcılıktan uzaklaşmak ya da Mekke Bildirgesi’nde orta (vasat) ümmet belirtilerini keşfetmek suretiyle Dünya İslam Birliği’nin son iki konferansında cemaat ve icmalarını yeniden inşa etmeye yönelik güçlü bir eğilim vardı. Orta ümmet, Kuran ve sünnette inanç, sosyal ve insani boyutlara sahip bir söylem olmasından dolayı şu an yeniden inşa ediliyor. Orta ümmet bir alternatiftir. Ya da orta ümmet, sadece Kuran ve sünnette ölümsüz olduğundan değil, üçüncü dayanağı cemaat ve icma olduğundan alternatiflere ve imkânlara sahiptir. Cemaat, insanlar arasında icma oluşturur. Mekke Bildirgesi’nde geçen esaslar ve kurallar, ısrarla dile getirildiği zaman bu esas ve kurallar, gençlerimiz ve dünya gençleri arasında büyük bir popülariteye sahip olabilir. Şu anki mesele, cemaati yeni şartlar ve yeni uygulamalarla birlikte yeniden inşa etmektir. Yeni uyum şartları, gelecek neslin yeni icmasının tesis edildiği iyilik söylemini yeniden inşa edecektir.
İnsani Kardeşlik Belgesi ile Mekke Bildirgesi’ni okuduktan sonra şunu söylemek istiyorum: Bölünmeler, oyunlar, politik ve cihatçı İslam’ın hayalleri nedeniyle daha önce sahip olmadığımız alternatiflere ve seçeneklere son yıllarda ilk defa sahip olduk. Arap ülkelerindeki 3-4 dini kurumun hem yerel çalışma hem de dünyaya açılma konusunda işbirliği yapmasına uzun süredir çağrı yapıyordum. Ülkelerin deneyimlerinin farklı olduğu doğrudur. Fakat ortak yönler daha fazladır. Amaç, kurumların bu reformist ruhu yeni çağa yayma konusunda bir araya gelmesidir. İsteyelim ya da istemeyelim biz Araplar, dini huzuru sağlamaktan ve dünya barışına katkı yapmaktan sorumluyuz. Allah Teâlâ, “Şüphesiz bu Kuran, sana ve kavmine bir öğüt ve şereftir. Ondan hesaba çekileceksiniz” (Zuhruf Suresi, 44. Ayet) buyurmaktadır. Şu 3 görevi üstlenmeliyiz: dini huzuru yeniden sağlamak, ulusal devleti kurtarmak ve uluslararası ilişkileri düzeltmek. Mekke Bildirgesi’nin bu görevleri yerine getirme konusunda görüş birliğine varmak için atılmış büyük bir adım olmasını ümit ediyorum.
TT
Vasat ümmet, ılımlılık ve Mekke Bildirgesi
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة